İlk başta, her zaman olduğu gibi, “Steve Bannon, Daphne Barak ve ben” idim. Ardından, “Steve Bannon ve ben” olduk. Nasıl mı? Benim “GAMECHANGER” başlıklı kitabım çıkınca.

Daphne o gün telefonu kapattığında bana, “Steve ikimizin de ayrı ayrı kendisi ile televizyona çıkmamızı istedi. Yalnız senin canlı çıkmanda ısrar etti ve ne zaman Washington’a gelirsek zaman ayırabileceğini söyledi. Ardından bunun çok önemli olduğunu devamlı vurguladı” diyordu.

Bize göre hava hoştu. İkimiz de Trump ile ilgili birer kitap yazdığımız için zaten devamlı radyo ve televizyon programlarına davet ediliyorduk o günlerde. Ha Daphne davet edilmiş canlı yayına, ha ben, fark etmiyordu. Bir öteki yayında durum değişebiliyordu. Fakat bu durum öyle değildi. Ne de olsa bu Steve Bannon idi ve herkes onun programına çıkmak istiyordu ve bu o kadar kolay bir iş değildi. Canlı olması kimse için önemli değildi, davet edilmek bir büyük başarıydı.

Çıkmış olmak değil mi? Ben çıktığımda bütün saatin bana ayrıldığını söylemiş miydim? Bittiğinde de bir saat daha yapalım diyen de Steve değil miydi? Steve bunları beni sevdiğinden mi söylüyordu yoksa altında başka bir şey mi vardı acaba? Ne de olsa biz hala Trump’a yakındık, o değildi. Ancak başka ne olabilirdi?

***
Bu telefon konuşmasından bir yıl önce, Steve’i 2017 yılında Anaheim, Kaliforniya’da, her yıl yapılan Cumhuriyet Partisi’nin eyalet kongresine baş konuşmacı olarak davet edenler de bizdik: Daphne ile ben. Steve, secim ortamında ortaya çıktığından bu yana zamanla öyle biri haline geldi ki artık kimsenin ona ulaşması mümkün değildi. Bu Beyaz Saray’daki işine son verildikten sonra da kısmen böyle devam etti. Öyle ki, koskocaman Kaliforniya eyaleti Cumhuriyet Partisi Başkanı Jim Brulte bile istisna değildi. Jim, Steve’i çok istemesine rağmen Kaliforniya’ya davet edemiyordu. Steve’e ulaşmak hala o kadar zordu.

Öte yandan bir başka konuyu da anlamakta yarar var. Cumhuriyetçi ve Demokrat partiler yılda 100 eyalet kongresi yaparlar ve bunlardaki baş konuşmacının büyüklüğü eyaletin gücünü gösterir. Kaliforniya gibi önde gelen beş büyük eyaletten her zaman en önemli konuşmacıyı getirmesi beklenir. Kimi becerir bunu, kimi başarısız olur. İşte böyle bir ortamda “biz” Steve’i konuşmacı olarak o yıl Kaliforniya’ya uçurduk. Bu demektir özel uçağı ve tüm masraflarının karşılanması gibi görünmeyen masrafları da karşıladık. Yani zor olduğu kadar da pahalı.

“Biz” Steve öncesindeki yıl da Donald J. Trump adlı başkan adayını getirmiştik Kaliforniya’ya konuşmacı olarak. Hatırlarsınız, o zamanlar, “Donald” San Francisco’ya geldiğinde, solcular kendilerini anayollara zincirleyerek buna engel olmak istemişlerdi. Donald’ın oraya getirilişi zaten tarihi bir olay olarak hem zihinlere hem kayıtlara derhal geçmişti, gerçi orası başka ve uzun bir konu ancak, Donald’ın bir önceki toplantıya getirilişi, Steve’in bir sonraki toplantıya getirilmiş olması sizlere Steve’in Amerika’daki önemini gözler önüne seriyor olmalıdır. Tabi ki Beyaz Saray’daki gücü olmamasına rağmen devam eden degerini anlamak gerekiyor.

***

Yok yok onun için değil. “Steve ve ben” oluşumuzun nedeni bunların hiçbiri değil. Bunlar sadece Steve, Daphne ve benim, o zamanlarda Donald, şimdilerde Trump olarak hep beraber küçük bir grup halinde yürümekte olduğumuz yolun kısa özetidir. İlk başta Steve, Daphne ve ben olarak başladık çünkü daha yeni tanışmıştık 2016’larda bir de Alexander vardı aramızda, hala da var. O zamanlar bizler küçük gruplar halinde hareket ederek büyük gurupları temsil eder hale geliyorduk. Şimdilere geldiğimizde artık her birimizin partide kısmen bir yeri ve ismi oluşmuştu. Öyle ki, Steve’in beni programa bir saatliğine çıkarmak istemesi de bunun bir nedeniydi. Steve’e göre artık benim de Amerika’daki siyasetin içinde kendisinin ve Daphne’nin olduğu gibi bir yerim vardı.

Aslında o da değildi. Önemli olan GAMECHANGER’in içeriği idi. Çünkü o kitapta ben Türkiye ve Erdoğan’dan bahsediyordum. Bir başka yazımda değindiğim gibi, Amerika’da bu günlerdeki karışık ve bölünmüş ortamda ortaya daha belirgin olarak çıkan bir kesim, artık Türkiye’yi, 20. Yüzyılın Sovyet Rusya’sı ve dünkü ve bugünkü Çin ile ayni kefeye koyan kesimi dürtmüştü. O kesimin başını çekenler arasında da Steve bulunuyordu.

Kısacası, Steve Türkiye ve Erdoğan karşıtı bir kişi olarak, Trump çadırında, benim gibi karşıtlarına karşı, kavgasız bir ortamda, anlaşamadıkları bir konuyu tartışmanın önemini vurgulamak maksadıyla davet ediyordu. Demokratlarla Cumhuriyetçilerin bugün Amerika’da yapamadıklarını, bizler Cumhuriyetçi parti içerisinde çağdaş bir şekilde yapabiliyorduk ve Steve bunu gösterirken de gurur duyuyordu. Ne de olsa Steve gibi benim de Trump yönetiminde ve kampanyasında en azından artık bilinen resmi bir konumum vardı ve dolayısıyla söylediklerimiz yarı-resmi olarak kabul görüyordu. Bunu da “Steve ve Erbil” olarak geçmekten daha iyi ne olabilirdi.